Sevgili Günlük,

Dün sıradan bir perşembe günü olarak başlamıştı, ta ki sürpriz bir hasta, acile gelene kadar. Gelen, dünyaca ünlenmiş, tarihe adı altın harflerle yazılmış olan, kimsenin dilinden düşmeyen ünlü dedektifti.

   Türkiye’nin  Kayseri ilinde yaşayan üç kişilik bir aile varmış. Annesi, babası ve Zafer.  Zafer’in ailesi  hayatlarında hiç kampa gitmemiş. Bir gün kamp yapmak için bir ormana gitmeye karar vermişler. Zafer çok heyecanlıymış çünkü ilk defa kamp yapacakmış ve hemen arabalarına eşya yüklemeye başlamışlar.

Dünya üzerinde nokta kadar küçük bir ülke vardı. Bahar geldiğinde kırlarında çiçeklerin buram buram koktuğu, yaz gelince şelalelerin derelerin şırıl şırıl aktığı, kış geldiğinde dağlarının bembeyaz örtüye büründüğü küçük ama güzel bir ülke...

Sene 2555. Yine açlığın ve kötülüğün hakim olduğu bir gün. Gün dediğime bakmayın, aylardır güneş doğmadı. Ormanların yerini çalılıklar aldı. Neredeyse bütün canlılar yok oldu.

Otuz yıl sonradayım, dünyanın cıvıl cıvıl olduğu zamanın otuz yıl sonrasında. Tanıdıklarımın çoğu artık bambaşka kişiler, kimisi veteriner olacakken robot doktoru oldu, kimisi küçük esnaf olacakken büyük elektronik eşya pazarlama şirketi kurdu. Dünya bambaşka ben ise emekli oldum. 40 yaşında emekli olmak... Otuz yıl önce kırk yaşında emekli olmak mümkün değildi, o cıvıl cıvıl zamanlarda. Artık kültürel yerlerden çok, iş yerleri ve inşaat alanları geziliyor.

Bir bilim adamının gözünden gökyüzünü anlatınız :
Gökyüzü aslında sonsuz bir boşluk boşluk. Bu yüzden insan uzun bir süre bakmadan rahat edemiyor,hayal gücüyle gökyüzünün derinliklerine iniyor.Eğer bir yaşanmışlığı yoksa herkes sever gökyüzünü. Çocuklar için bir araştırma ya da bir oyun konusu olabilir.

Hikaye küplerimizden bize kalan kelimler:’   güneş,sallanan sandalye,kızgın baba,toprak kazmak,tohum ekmek’ kelimelerini de kullanarak bir hikaye yazınız.

Merhaba bugün size bir anımı anlatacağım. Babaanem bir kaç ay önce öldü ve ölmeden önce bana 'çatı katı' dedi. Siz daha çok merak etmeden anlatayım. Sabah güneşin ilk ışıklarında çatıya çıktım orada sallanan bir sandalye, kıyafetler ve kitaplar vardı.

Sabah saat 06:30’da annemin acele ettiği zaman çıkan tiz sesi ve babamın ağır giyinmesinden
çıkan hışırtılardan ve kardeşimin bir yere gideceğimiz zaman heyecanlanıp konuşmasından çıkan anlamsız ve komik seslerle uyandım. Eğer aile halkından bu sesler çıkıyorsa kesin bir yere gidecektik.
-Anne
-Hadi hadi. Çabuk hazırlan Ali, Sen de giyinebildin mi? Betül! Daha kalkamadın mı?

2040 Aralığının başı( Çay doldurma sesleri)
Bir kadın görüyoruz. Üstünde krem rengi bir kazak, altında kahverengi bir etek. Uzun kumral saçları dağınık bir topuz yapılmış. Aslında gözleri bozuk değil ama gözlük takmayı çok sevdiği için hiç çıkarmayı istememiş buğulu gözlüklerini. 32 yaşını doldurmak üzere. Çok ama çok sakar. Bakın, çayını devirdi. Neyse ki bardağı kırılmadı. Bu en sevdiği bardağı. Evi çok büyük değil ama ona yetiyor. Ev dizaynı sanki doksanlardan kalma.

Yıl 2040. Ben işe gitmeden önce içine kahve aroması verilmiş suyumu içiyorum. Hava soğuk desem yalan olur. Hava diye bir şey kalmadı ki? İnsanlar direkt damar yoluna oksijen veren depolayıcı saatler kullanıyor.Ben, beyaz şehirde yaşıyorum. Bir de siyah şehir var. Benim şehrimde tüm binalar bembeyaz. Gelip de manzarayı görmenizi isterdim,

Back to top