Öğrencilerimizin heyecanla beklediği gün geldi. Sabah namazlarımızı kılıp dualarımızı yaparak gün ağarırken bizler de güzel atlar ülkesinin yolunu tuttuk. Çok erken kalktığımız için hafif uykuluyduk. Bir kısmımız uyuklarken bir kısmımız da yolda hafif otobüsü saran nefis kokuların tadına bakıyordu. Zeynep hocamız bizi “ Çocuklar karnınızı iyice doyurmayın, asıl kahvaltımızı Tuz Gölü’nün kenarında yapacağız!”
diyerek uyarmak zorunda kaldı. Arabamızın da karnı acıkmış olacak ki bir iki ufak moladan sonra arkadaşlarımızla sohbet ve oyunların eşliğinde bir de baktık Ankara’dayız. Söylemeyi unuttum yolculuğumuzun başında Ramazan Hocamız bize otobüsten iniş biletlerimizi verdi.
“ Sen çalış çeşminde isti'dâd peydâ etmeye,
Ârife âyîne-i ibret-nümâdan çok ne var? ”
Bu beyit bizim iniş biletimiz olacaktı. Tuz gölüne geldiğimizde herkes beyiti ezbere okuyup bir an önce otobüsten inmek istiyordu. Bazı arkadaşlarımız biletin yarısını alabilmiş diğer yarısı için de Ihlara vadisi inişine kadar süre uzatması almışlardı.
Önce evden getirdiğimiz kahvaltılıkları birbirimizle paylaşarak Tuz Gölü manzarasında yedik. Ardından da paçalarımızı sıvayarak soluğu gölün içinde aldık. Elimizi suyun içine daldırıyor dipten tuzları avuçluyor ve yukardan tekrar suya bırakıyorduk. Su ılık her yer bembeyaz harika bir tecrübe yaşıyorduk. Hepimizin elbiseleri tuz lekeleri dolmuştu. Hiç ayrılmak istemesek de toplanma vaktimiz geldiğinde çeşmelerden el, ayaklarımızı ve elbiselerimizi olabildiğince temizleyip abdestimizi de alarak öğle namazımızı kılıp Ihlara Vadisine doğru yola koyulduk.
İki saatlik bir yolculuğun ardından Hasan Dağı, Melendiz Dağı ve Erciyes volkanik dağlarının yayıldığı geniş alanın Melendiz ırmağı tarafından yüzyıllardır aşındırılarak oluşmuş müthiş IHLARA VADİSİ’ nin 400 merdivenin başındaydık. Vadinin manzarası tüm yol yorgunluğumuzu almış hepimizi büyük bir heyecan sarmıştı. Hepimize birer şişe su dağıtan Zeynep Hocamız “gerçi aşağıda koskoca nehir var ama ne olur ne olmaz diye bu çene suyu da yanınızda olsun” diyerek günün esprisini patlattı. Her anın tadını çıkararak Ihlara vadisini gezmeye başladık. Köprüden karşıya geçip fotoğraflar çektikten sonra Melendiz Nehrinin kenarında öğle namazımızı cemaatle kılıp vadi boyunca yürümeye başladık.
Belisırma Köyünde bekleyen otobüsümüz bizi aldı. Önce yemeğimizi yedik ardından da “Aksaray Hizmetçi eğitim Tesisleri’nde konaklamaya geçtik. Ramazan hocamız “Sabah 4.00 da yola çıkacağız ona göre herkes çok gecikmeden istirahate çekilsin” diye uyardı ama bizim akşam odalarımıza çekileceğimiz zamanla ilgili planlarımız vardı. Aldığımız kilolarca çiğ köfteleri, cipsleri, pijama partisi ile yastık savaşlarını es geçemezdik. Hem tüm bunları yapacak hem de hocamızın dediği saatte kalkıp hazırlanacaktık. Onun için hepimiz saatlerimizi kurup hangi odaya misafir gideceğimizin planlarını yapmaya başladık.
Sabah saat dörtte 3 eksikle hepimiz lobide hazırdık. Hocamızın Aferinleri gözlerinden okunuyordu. Performansımıza anlaşılan kendisi de şaşırmıştı. Henüz vakit girmediğinden sabah namazımızı yolda kılmak üzere hareket ettik.
Güzel atlar ülkesi Kapadokya’ya tam vaktinde gelmiştik. Henüz güneş doğmamış etrafta ise bir hareketlilik vardı. Minibüsler yoldan geçiyor ilerde tepelerin üstünde araba farları ve etrafta bir sürü insanlar gözüküyordu. Bizim gözlerimiz heyecanla balonları arıyordu fakat etrafta balon görememiştik. Biraz daha aradık fakat yine göremedik. Ramazan Hocam rehber ile yaptığı görüşmeden sonra Sivil Havacılığın hava şartlarından ötürü balon uçuşlarına bu gün izin vermediği uçuşun gerçekleşmeyeceğini bize aktardı. Aslında hava gayet güzel gözüküyor nerdeyse yaprak kıpırdamıyordu. Rüzgârlı denemezdi hava için fakat öğrendik ki en ufak bir risk bile almıyorlarmış. Meteoroloji verilerini dikkatle değerlendirip ona göre hareket ediyorlarmış. Gezimizin tek kötü anı da bu olmuştu. Nasip demekten başka yapabileceğimiz bir şey de yoktu zaten.
Sandviç ve meyve sularımızı alarak peribacaları manzarasına karşı kahvaltımızı yapıp ardından da Güvercinlik Vadisi’nde peri bacalarına dokunarak, her mağaranın içine bakarak, çıkabildiğimiz kadar tepelere çıkarak, bir sürü salyangozların üstüne basmamaya çalışarak peri bacalarına oyulmuş güvercin evlerini seyrede seyrede Uç Hisar Kalesi’nin yanından yukarıya tırmandık. Bazı yerlerde zorlansak da sonunda hepimiz otobüsümüzün bizi beklediği yere varmıştık. Hediyelik eşya dükkânına girip alış veriş izni aldığımız bu an bizim en sevindiğimiz, her tezgâha adeta saldırıp dükkânı talan ettiğimiz zaman dilimiydi. Özellikle Kapadokya maketli eşyalar ve sütle kavrulmuş kabak çekirdeği hepimizin poşetinde yerini aldı.
Çömlek atölyesinde Yaşar abi bize çömleklerin hikâyesini anlatıp bunların nasıl yapıldığını gösterdi. Kil çamurunun bulunduğu platform dönerken ellerini kile bastırıp biraz sıkıyor sonra ortaya çok güzel bir kâse, bardak ya da sürahi çıkıyordu. Hepimiz yapmak istiyorduk. İçimizden bir arkadaşımızı çağırıp yapmasına izin verdi. Ama hiç de öyle kolay olmuyor bir türlü kil şekil almıyor bi o tarafa bi bu taraf yamuluyordu. Gerçekten dışardan göründüğü gibi kolay değilmiş. Hepimiz ailelerimiz için hediyelik çömlek, fincan ve objeler aldıktan sonra otobüsümüze binerek Zerdali Restaurantta öğle yemeğimizi yedik. Enerjimiz yerine gelmiş tekrar peri bacalarına tırmanmaya hazırdık. Paşabağlarındaki peri bacaları gerçekten çok etkileyici ve devasaydı. Çılgınlar gibi bi o peri bacasına koşuyor bir diğer tepeye tırmanıyor arada develerin homurtularına dönüp bakıyorduk. Develerin üzerine binen insanlar, onlarla fotoğraf çektirmeye çalışanlar… Aynı zamanda da ağzımız boş durmuyor “öğrenciye ne kadar alırsan 5 lira” dondurmalarının tadına bakıyorduk. İçine girip tırmandığımız peri bacaların serinliği bizi hayrete düşürmüştü. Oysa dışarısı ne kadar sıcaktı. Biz bu heyecanla koştururken bir de baktık dönüş vaktimiz gelmiş, adeta büyülendiğimiz, dünyada bir eşi daha olmayan bu harika yerlerden ayrılmamız gerekiyordu. İstemeyerek de olsa otobüsümüzün bizi beklediği park alanına doğru toplanmaya başladık. Göreme’de yolun sağı ve solunda dizilen rengârenk peri bacalarının arasından geçerken Ramazan Hocamızın neden bize iniş bileti olarak o beyiti ezberlememiz için söylediğini çok iyi anlamıştık.
“Sen çalış çeşmende isti'dâd peydâ etmeye Ârife âyîne-i ibret-nümâdan çok ne var? ”
Sen gözünde kabiliyet oluşturmaya bak ki hikmetle bakan insan için her yer ibret dolu….
Çok güzel bir gezimizi geride bırakıp, arkadaşlarımızla birlikte hatıralarımızı çoğaltarak tam da planladığımız vakitte okulumuza ulaştık.
Geziyi organize eden Okul Başkanlık Meclisi ve Ramazan Hocamıza teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni bir gezide tekrar görüşmek dileği ile…