Selami, ‘’selamet’’e ulaşan… Mehmet Efendi’ye göre biricik oğlu Selami, selamete ulaşmalı, okumalı, büyük adam olmalı. Peki Mehmet Efendi’nin selamet olarak kastettiği neydi? Tabii ki şehir.

Her nerede ve nasıl olursa olsun Selami şehirde yaşamalıydı, bu varoş mahallede değil. Elbette iyi bir mesleği olmalıydı; ya doktor ya hakim ya da mühendis. Yeter ki şehirde bir evi, bir düzeni olsun, kendi yaşadıklarını oğlu yaşamasın. Oğlunun ismini de bu niyetle babasını ve kayınpederini karşısına alarak koydu. Çünkü onlar, sanki sözleşmiş gibi biricik erkek torunlarının adını “Fahri” koymak istiyorlardı. Ama Mehmet Efendi, babasını bile dinlemedi, oğlunun adını “Selami” koydu.

 Yıllar su gibi akıp geçti. Selami ilkokula başladı. Ama yaramazlıklarıyla ünlenmişti bile, ne zaman sınıflardan birinin camı kırılsa işin altından Selami çıkıyordu. Küçük sınıfların topu mu patlamış, Selami hemen idareye çağırılıyordu ama Mehmet Efendi’nin hatırı vardı o yüzden kimse sesini çıkarmadı.

 Ortaokulda da durum değişmedi. Aksine Selami son hızla haylazlıklara devam ediyordu. Bunlara rağmen babası onu koleje gönderdi. Selami, koleji de öğretmenlerin torpiliyle zorla bitirdi. Mehmet Efendi, oğlunu üniversite okuması için büyük şehre gönderdi. Artık ondan mutlusu yoktu. Oğluna güveniyordu çünkü büyümüştü, elbet akıllanacaktı. Her ay ona para gönderiyordu. Tabii Selami o parayı bir ay asla cebinde tutamıyor; parası bittikçe kitabı, yolu, yemeği bahane ederek paraya tekrar ulaşmak için babasına telefonlar ediyordu. Arkadaş çevresi de epey artmıştı. Herkes Selami’yi el üstünde tutuyor, övüyordu. Çünkü Selami bonkördü.

 Ama bir gün babasına Selami’nin karakolda olduğu haberi geldi. Mehmet Efendi arabaya nasıl bindi şehre nasıl gitti bilmiyordu. Aslında Selami’yi neredeyse birkaç ayda karakoldan alırdı ama bu sefer durum vahimdi. Biricik oğlu, bir çocuğun burnunu kırıp, gözünü patlatasıya kadar fena dövmüştü, çocuğun babası da Selami’den şikayetçiydi. Mehmet Efendi zorla adamı ikna etti. Bu sefer ucuz atlatmışlardı. Yolda oğluna uzun bir nasihat çekti:

-A benim güzel oğlum neden kavga ediyorsun! Ben seni oku diye şehre gönderdim karakollarda gez diye değil, bak bir gün yığılıp kalacağım, yeter artık kendine çekidüzen ver. Ama bu denilenler Selami’nin bir kulağından giriyor ötekinden çıkıyordu. Mehmet Efendi’nin dediği oldu. Yaşanan olaydan birkaç hafta sonra Selami’ye babasının felç geçirdiği haberi geldi. Ancak o rahatını bile bozmadı, dersler yüzünden gelemem dedi.

 Selami’yi asıl üzen şey paranın suyunu çekmesiydi. Ne yapıp etmeli para bulmalıydı. Hayatta doğrulukla yaşamak sıkıntılara tahammülü gerektirir. Ama Selami bu, hiç olmayacak bir şey yaptı; çaldı. Bir gün boğazda balık ekmek yerken önünden geçen pamuk şeker satıcısının cebinden düşen 50 lirayı kaşla göz arasında arakladı. Daha sonra neler neler yaptı... Kötü alışkanlıkları da birer birer edindi. Neredeyse her hafta parti veriyordu. Bazen geceleri başını yastığa koyunca da içinden cılız bir ses “Bugün o saf genci kandırmamalıydım; ya da falan adamın saatini çalmamalıydım” dese de o, alışkanlıklarından vazgeçemiyordu. Kendisi gibilerle kurduğu bir çetesi bile vardı.

Bugün onun için çok önemli bir gündü, çünkü çetesi ile birlikte ilk büyük soygunlarını yapacaklardı. Eğer başarabilirlerse paraya para demeyeceklerdi. Her şeyi planlamıştı, güvenlik görevlisi uyutulmuş, anahtarlar bulunmuş, acil durum anında kullanılacak B planı bile hazırdı. Döviz bürosuna girip kasaları boşalttılar. Selami heyecandan tir tir titriyor, vurgundan elde ettiği servete baktıkça ağzı kulaklarına varıyordu. Tam dışarı çıkarken Selami’nin gözü, duvardaki tabloda yazan yazıya ilişti.

 Doğru olsam ok gibi yabana atarlar beni.

Eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni.

Ne doğruyu aç gördüm, ne eğriyi tok,

Eğri yay elde kalır menzil alır doğru ok.

 Selami, mermer bir heykel gibi donup kaldı. Mezarda yatan babasının, her zaman söylediği bu mısraları şimdi okuyunca omuzları düştü, elindeki para dolu çanta ile yere yıkıldı. Sanki yirmi yedi yıllık ömrü de onun üzerine yıkılmıştı. Başı dönüyor, kulakları uğulduyordu. Boğazına kadar battığı çamur, midesini bulandırıyordu. O gün orada verdiği karar, bundan sonraki hayatını tamamen değiştirecekti.

 

Back to top