Yıl 2040. Ben işe gitmeden önce içine kahve aroması verilmiş suyumu içiyorum. Hava soğuk desem yalan olur. Hava diye bir şey kalmadı ki? İnsanlar direkt damar yoluna oksijen veren depolayıcı saatler kullanıyor.Ben, beyaz şehirde yaşıyorum. Bir de siyah şehir var. Benim şehrimde tüm binalar bembeyaz. Gelip de manzarayı görmenizi isterdim,
fakat bunun için insanoğlunun kendine benzettiği bu gaddar dünyanın ölümcül değişiklikleri arasında yaşam savaşı vermeniz gerekiyor. Şehirlerin ortasında oksijen bölgeleri var. İnsanlar oraya her sabah gidip oksijenini dolduruyor. Bu umut dolu küçücük yerlerden sadece dört adet var. Benim tek odaklandığım nokta, geceleri gelip gizlice suladığım yer, belkide bu beton yığınına bir şans daha verir de eskiden insanların önemsemediği benim ise albümlerde fotoğraflarına bakarak ağladığım dünyaya yeni bir kimlik oluşturmasına, yeniden başlamasına izin verir…
İnsanlar artık ağzından nefes alıp vermediğinden konuşamıyordu ve telepatinin üretilmesi şart oldu. Üretildi de. Neyse, artık işe gitmem lazım. İnsanlık artık doktorlara ihtiyaç duymuyor çünkü benim gibi emeğiyle çalışan doktorların binde biri kadar bir başarıya sahip olamayacak mekanik kalpler atıyor artık tabelası kırık hastanelerde. Bu yüzden oksijen parasına yazılım mühendisi olarak çalışmaya başladım. Belki de özellikle bu mesleği seçme nedenim bu sinir bozucu yerden kurtulma hissiydi. Çünkü içimdeki çocuksu duyguları hala kaybetmemiştim. İçleri çark ve kablo dolu metal parçalarının ve onların hükmetmeye başladıkları pis yerin, asla güneşin; canım güneşin yerini tutamayacak parlak beyaz binaların arasında kaybolmayacak; aksine onların mekanik beyinlerindeki on binlerce kodu bizim yazdığımızı tatlı bir zaferle hatırlatacaktım. Hala filmlerdeki gibi sahte bir aldatmacanın eşiğinde olduğumu düşünüyorum. Hayal ve gerçek terazisinde bir o tarafa bir bu tarafa sallanıyor, eşitliğin gizeminde boğularak adeta sonsuz gibi görünen belirsizlik çukurunda düşmeye devam ediyordum. Şu an düşümüyorum da belkide içine hapsolduğum yanlışların dünyasından hiç kurtulamayacağım? Ama şunu biliyorum ki eğer bu dünya adlarını anmak istemediğim işgalci ve içlerindeki hırsla yanıp tutuşan metal parçalarının eline geçmişse, bilin ki benim gözlerim çoktan açılmayacak şekilde kapanmıştır…