Sevgili Günlük,

Dün sıradan bir perşembe günü olarak başlamıştı, ta ki sürpriz bir hasta, acile gelene kadar. Gelen, dünyaca ünlenmiş, tarihe adı altın harflerle yazılmış olan, kimsenin dilinden düşmeyen ünlü dedektifti.

Fakat üzücü olan şey, kendisinin yanında karnına saplanmış bir bıçak olmasıydı. Acil ameliyata alınmazsa muhtemelen kan kaybından ölecekti.

Ameliyatta cerrah olarak yer almak, böyle ün salmış birisini tedavi etmek beni havalara uçuruyordu. Yaklaşık bir saat sonra, hastamızı odasına almış, başarılı geçen bir operasyonun gülüşüyle hastanenin yemekhanesinde kahve içiyorduk. Doktor arkadaşlarımla kendisinin yaşamış olduğu serüvenleri birbirimize anlatıyor, hoş bir sohbet oluşturuyorduk. Bense hâlâ hastamızın nasıl bu hale geldiğini kendime sormadan edemiyordum.

Hastaya verdiğimiz anestezi ve yarası sonucu ameliyattan yarım saat sonra uyandı. Bir gün sonra taburcu olacaktı. Ben olan biteni öğrenmek için onun odasına gittim. İlaçlarını ve koltuk değneğini getirdim. Yaranın açılmaması için birkaç gün bunu kullanması gerekecekti. Hasta odasındaki koltuğa gömüldüm ve ona şöyle dedim:

“Evet, beyefendi. İlaçlarınızı ve koltuk değneğinizi getirdim. Ameliyat başarılı geçti fakat gerçekten merak ediyorum, sizi bu hale getiren nedir?”

Dedektif diğerlerinin aksine mütevazı, sosyal ve daha hareketli bir kişiliğe sahipti. Ve tabii ki çoğu dedektifin sahip olduğu gibi kıvrak, maksimum kapasiteye ve kusursuz hafızaya sahip bir beyni vardı. Kendisi de benim bu isteğimi geri çevirmedi:

“Ah, her şey iki gün önce başladı. Bir telefonda hemen kendilerini ziyaret etmemi söyleyen yurt dışından taşınmış zengin bir aileden, hatırı sayılır bir konserve fabrikasının sahibi Harry Denton’ un malikânesi soyulmuştu.

Ben de söyleneni yaptım, bir arabayla tarif edilen konuma geldim. Kapıda Bayan Denton   bekliyordu. Kocaman, beyaza boyanıp cilalanmış ihtişamlı kapı açıldı ve dev gibi bir bahçenin içinden geçen kiremit renginde kilit  taşlardan oluşan yol gözüktü. Bahçede çalışan bahçıvanları,           kısa boylu süs ağaçlarını ve onları sulayan fıskiyeleri geçerek yolun üstünü bir perde gibi kapatan uzun dallara sahip meşelerin, çamların ve çınarların yanına geldik. Yer, ağaçlardan düşen yapraklarla dolmuş, farklı renklerdeki yapraklar çok güzel bir dekor oluşturmuştu. Az daha ilerleyince çember şeklinde bir süs havuzunun etrafından dolanan ve beş farklı yönde beş farklı yola dönüşen bir kavşağa geldik. Suyun aktığı küçük bir şelalenin etrafında renk renk balıklar yüzüyordu.

            Yollardan dümdüz gideni seçerek eve ulaştık. Malikanenin tahta oymalı kapısı açılınca karşımıza çok geniş bir avlu çıktı. Duvarda pahalı tablolar vardı. Diğer odalara açılan kapının üstünde de altın çerçeveli bir tablo duruyordu, iki ay önce Fransa’da açık artırmaya çıkan bir Picasso tablosuydu bu. Gösterişli koltuklar, büyük bir mermer yemek masası, şık sandalyeler, güzel bir şömine…

Bay Denton hiç vakit kaybetmeden konuşmaya başladı:

Dün gece iki sularında bir ses işittim. Uykum hafiftir, uyandım fakat kalkmaya gerek duymadım çünkü uşak yine bir şey düşürmüştür diye düşündüm. Uşağımız çok sakardır. Neyse, benim aksime eşimin uykusu çok ağırdır. Onu kolay kolay uyandıramazsınız.

Bayan Denton söze girdi:

Evet bu doğru ama asıl şaşırtıcı gerçek hırsızın kasalara hiç dokunmaması. Üç yaşındaki oğlumun odasındaki komodinde para vardı. O para gitmiş, benim cüzdanımdakiler, diğer yerlerdeki paralar… Ama kasalar zorlanmamış bile. Beş tane kasa var, hepsi de yukarıdaki yatak odasında. Eşim oraya para koyuyor, daha güvenli olduğunu söylüyor.

Birkaç dakika sessizlik oldu. Sonra evi dolaşıp dolaşamayacağımı sordum. Kabul ettiler. Gitmeden önce Bay Denton’ a dönüp:

Bay Denton, böyle vakalar için tanıdığım iyi bir güvenlik şirketi var. İsterseniz kartını alabilirsiniz?

Kartı ceketimin cebinden alıp ona verdim. Kartı eşya koymaktan dolmuş olan cebine sıkıştırdı. O anda aklıma bir şeyler geldi. Ondan bir euro istedim. Pantolonunun arka cebinden bir euro çıkarttı. İnceledikten sonra geri verdim, amacım onu almak değildi.

Evi dolaşmaya başladık. Birinci katta bir mutfak, bir büyük avlu, iki lavabo, depo olarak kullanılan yer bir de kilitli bir kapıyla girilen son model bir arabanın içinde bulunduğu garaj vardı.

 İkinci katta ise bir yatak odası, bir çocuk odası, iki lavabo, bir oturma odası ve de bir adet salon bulunuyordu. Hatta ikinci katta upuzun sarmaşıklar ve yeşil üzümlü bir asma ile çevrelenmiş geniş mi geniş bir balkon vardı.

Üçüncü katta tüm katın yarısını kaplayan büyük bir kütüphane, küçük bir lavabo bir tane de çalışma odası vardı.

Son olarak dördüncü katta bir adet lavabo, bir adet kilitli oda, bir kimya laboratuvarı, bir biyoloji laboratuvarı ve bir fizik laboratuvarı vardı. Tabii bir de her katta durağı olan asansör.

Laboratuvarlar benim çok ilgimi çekmişti. Bay Denton meğer orada büyük işler peşindeymiş. Bana bir şeyler gösterdi. Orada bazı karışımlar yaparak sonsuz yaşamı arıyormuş. Bence bunlar tam bir palavra, böyle bir şey olamaz ama adama belli etmedim.

Kimya laboratuvarında radyasyonik bir madde bulunuyormuş. O bölmeyi cam ile çevirmişler, içeri özel kıyafetlerle giriliyor. Bir deney faresini kafesten çıkarıp bölmeye koydu. Fare az sonra büyümeye başladı. Bir köpek kadar olana kadar büyüdü, sonra durdu. Yere yığıldı. Öldüğünü düşünüyorsun, değil mi? Ama aslında ölmedi çünkü nefes alıyordu. Sadece bayılmıştı. Bay Denton somurtkan bir ifadeyle:

Daha çok büyümesi gerekirdi ama hep bu kadar büyüyüp yere yığılıyorlar. Sonra da küçülüyorlar.

Not defterime bir şeyler yazıp ona verdim. Bay Denton haykırdı:

Tabi ya! Ben bunu nasıl akıl edemedim! Eğer bu çözüm işe yararsa, size borçlanmış olurum, bayım.

Sonra biyoloji laboratuvarına gittik. Büyük, sera gibi bir alan da vardı içinde. Bana bir tohum kutusu gösterdi Bay Denton; Seradaki bitkilerin yanındaki bir boşluğa döktü tohumları ve döker dökmez anında bitki büyüdü, çiçek açtı ve kırmızı domatesler çıktı.

Az önceki radyasyonik alandaki büyütücü gibi. Şuradaki makinede onun zehrini tamamen ayrıştırıyoruz ve yeni bir madde oluşturuyoruz. Ama kesinlikle zararsız! O da tohum haline geliyor. Ah! Bir de en eğlenceli yanı; hiçbir bitkiye kod yazdınız mı? Bu tohumun içine küçük bir çip yerleştirince, ona ne kod yazarsanız o çıkıyor! Mesela, ben buna domates kodları yazmıştım. Bu müthiş icat sayesinde konserve şirketi çok büyüdü.

Daha sonra birlikte fizik laboratuvarına gittik. Bana bir sıvı verdi ve içmemi söyledi. İçtiğimde aniden uçmaya başladım! Adeta yer çekimine meydan okuyordum! Fakat bunun sırrını bana vermedi, gizliymiş.

Son olarak kilitli odaya geldik. Kapıyı açtı ve içeriden onlarca teknolojik aletin olduğu bir oda çıktı. Bana bir makine gösterdi, makineyi açınca beni taradı ve yanıma bir kopyamı çıkarttı! Bunu klonlama zannetme sakın, klonlamadan farklıydı, kopyamı kontrol edebiliyordum! Biraz oyalandıktan sonra tam çıkarken bir fotoğraf gördüm, masadaydı.

Bay Denton’un ve Bayan Denton’un birlikte çekilmiş fotoğrafıydı bu. Bu fotoğraf, bende şoke etkisi bırakmıştı. Bay Denton’a bu fotoğraftakinin kendisi olup olmadığını sorduğumda evet cevabını verdi. Avluya geri indiğimizde akşam olmuştu. Yarın tekrar geleceğimi söyleyip ayrıldım.

***

Öbür gün, geldiğimde Bay Denton telaşlıydı. Ne olduğunu sorduğumda heyecan içinde şöyle dedi:

Hırsız tekrar geldi ve bu sefer de kasaları hedef aldı!

Yatak odasına çıktık. Kasaların olduğu dolaba baktım. Bay Denton’dan anahtarları istedim. Çıkarırken cebinden yere bir şey düştü. Bu bir otel faturasıydı. Faturayı ona vermek için elime aldım. Üstünde 12/08/2018 saat 13.02 \ 13/08/2018 saat 15.14 Marina Otel, 1 adet latte, 2 adet salamlı sandviç bir yataklı oda – 59 tlyazıyordu. Kafamın içinde bir şimşek çaktı. Faturayı geri verdim. Kasayı açtım, içinde para yoktu. Hiçbirinde yoktu. Bay Denton’a dönüp:

Peki, siz uykunuzun hafif olduğunu söylediniz. Odanıza birisi girince nasıl uyanmadınız?

Uyandım, ama hırsızın hatası yüzünden. Profesyonel hırsız hiç ses çıkarmadan kasaları bir kopya anahtarla açmış. En son camdan çıkarken ayağının kayması sonucu camdaki kitabı düşürdü. O sırada uyandım, ama yetişemedim. Güvenlik görevlisi izinliydi, kaçtı gitti işte.

Artık benim için tüm olay apaçık ortadaydı. Oradan ayrılarak diğer günün, yani bugünün sabahı tekrar geleceğimi bildirdim. Dediğimi de yaptım. Tüm olayı onlara anlatacaktım.

***

Zaman gelmişti. Malikaneye gittim, koltuğa oturdum ve beni bekleyen aileye açıklamaya başladım:

Anneniz ve babanız ayrıldı mı Bay Denton?

E-e-evet.

Diye kekeleyerek cevap verdi Bay Denton. Bu, benim tüm çıkarımlarımı doğrulardı. Devam ettim:

Üzgünüm ama Bayan Denton, ortada bir hırsız yok. Çok daha farklı bir olay var. Size en başından anlatayım; 12/08/2018 tarihi, eşinizin ölüm tarihidir.

Bayan Denton bu cevabın üstüne bayıldı. Bay Denton ise kıpkırmızı olmuştu. Kolonya ile Bayan’ı ayılttıktan sonra ben de kaldığım yerden devam etme şansını kazandım:

Malesef durum bu. Eşiniz Bay Denton bir ikizi olduğunu size söylemedi, çünkü o da bilmiyordu. Tek bildiği, annesi ile babası ayrılınca bir daha babasını görmediğiydi. Oysa şu anda yanınızda duran Bay Denton’un ikizi, bunu biliyordu çünkü babası ona bu konuyu açmıştı. O da hiç annesini görmemişti, tipik bir çocuk paylaşma durumu.

Doğrusu, bundan önce hiç bu kadar çok benzeyen tek yumurta ikizleri görmemiştim, sizi ele veren o fotoğraftı bayım. O fotoğrafta gülen Bay Denton’un sağdan ikinci dişi biraz daha üçgenimsi, sizinki öyle değil. Zaten bana evet cevabını verirken yutkunduğunuz gözümden kaçmadı. Ama tebrikler! Kendinizi ona benzetmek için çok uğraşmışsınız.

Siz, Bay Denton’a kıyasla daha fakirdiniz, çünkü zenginlik içinde yaşayan bir insanın ucuz ve kalitesiz bir otelde yatıp 59 TL ile ayrılması saçma olurdu. O sizdiniz. Bay Denton’un,  yani - yüksek ihtimalle – kalp krizinden öldüğünü duyunca onun yerine geçme fikri şahane bir fikir gibi geldi size. Galiba ikiziniz Bay Denton’dan yardım istemeye geliyordunuz zaten, ya da yakın bir yerleşkede oturuyordunuz; yoksa bu kadar erken varamazdınız. Şanslıydınız ki, Bay Denton iş görüşmesine gelmişti, Bayan Denton’un haberi olmadı. Ölüyü ustaca ve zekice sakladınız, basının da haberi olmadı. Herhalde gece mezarlığa gömdünüz. Bir gün içinde de saat 15.14’e kadar ona benzemeye çalıştınız. Sonra da hemen harekete geçtiniz. Kendinizi ikizinizin yerine koymak nasıl bir şey?

Şu hırsızlık meselesine gelecek olursak, Bay Denton’un ikizinin hiç de sizinle ölene kadar yaşamaya niyeti yoktu. Evinizdeki laboratuvarlardan faydalanıp şirketi büyütecek ve sizden – eğer varsa – hisselerinizi alacak, paraları çalacak ve ortadan kaybolacaktı. Paraları çalan da oydu. Evi avucunun içi gibi bildiği ve siz Bayan Denton’un uykusu ağır olduğu için işi aşırı kolay olmuştu. Sadece Bay Denton’un ikizinin kasalarına dokunulmamasının benim olayı çözmemi kolaylaştıracağından güvenlik görevlisine o gece izin verip kasaların anahtarıyla tek tek açarak paraları gizli kasaya koydu. Size yemin edebilirim ki gizli kasa kilitli teknoloji odasındadır. Şartlar en çok ona uyuyor. Tüm bunları yaptıktan sonra ne olur ne olmaz diye kitabı yere düşürdünüz, ayak sesleri çıkardınız ve birkaç laf ettiniz.

Hatırlarsanız sizden euro istemiştim, o sizin alışkanlığınızı doğrulamak içindi. Eğer, bayım, her şeyi cebinize koyma alışkanlığınız olmasaydı ve faturayı düşürmeseydiniz belki şimdi foyanız ortaya çıkmamış olacaktı.

Olayı açıklığa kavuşturduktan sonra bir vakayı daha çözmenin bana kattığı zevkle bir arabaya binerek sahile gittim. Çünkü Bay Denton’un ikizinin sinir küpüne dönüp beni takip etme olasılığını düşünüp öyle hareket etmiştim. Evimi öğrenmesini istemem! Dediğim gibi de oldu. Beni takip etmiş, sonra da bu korkunç olay oldu. Kendimi nasıl kurtarıp hastaneye geldiğimi hatırlamıyorum bile.”

Hastam bu cümleleri kurduktan sonra biraz duraksadı. Ben hala olanları kavrayamıyor, heyecanı üstümden atamıyordum. Aslında, beni etkileyen olaydan çok şu ikizlik meselesiydi. Aklım almıyor, kalbim duracak gibi oluyordu.

Tam bu sırada dedektif nefes alamamaya başladı. Vücudu titriyordu. Hastam nöbet geçiriyordu! Hemen mavi kodu etkinleştirdim. Gerekli müdahaleyi yaptıktan sonra hastayı yoğun bakıma aldık.

Dünyaca ünlü dedektifin böyle nöbet geçirmesi, geçirdiği ameliyatla ilgili olamazdı. Belki de, hatta büyük bir ihtimalle; hastanın ortaya çıkmamış ciddi bir hastalığı vardı.

Biz, bir gün içinde bazı tahliller yapıp şu sonuca vardık; hastamızda beyin tümörü vardı. Şimdi onun hayatı tehlikede. Dünyaca ünlü dedektifin, sınırları zorlayan ve çok yüksek  kapasiteli bir beynin, çok yetenekli kişiliğin, müthiş bir hafızanın sonuydu belki de bu.

Söz konusu olan; hastamızın hayatıydı. Acaba dedektifin heyecanı dorukta tutan maceraları sadece geçmişte kalan bir anı mı olacaktı? Arkasından yas mı tutulacaktı? Yoksa bu maceralar kaldığı yerden devam mı edecekti?

Back to top