Türkiye’nin Kayseri ilinde yaşayan üç kişilik bir aile varmış. Annesi, babası ve Zafer. Zafer’in ailesi hayatlarında hiç kampa gitmemiş. Bir gün kamp yapmak için bir ormana gitmeye karar vermişler. Zafer çok heyecanlıymış çünkü ilk defa kamp yapacakmış ve hemen arabalarına eşya yüklemeye başlamışlar.
Zafer en çok sevdiği botlarını ve kıyafetlerini giyinmiş ve yola çıkmışlar. Yol çok güzel geçmiş. Ağaçlar, çiçekler, kelebekler her şey çok güzelmiş ve sonunda kamp yapacakları yere ulaşmışlar. Hemen çadırlarını kurmaya başlamışlar çünkü çadırları çok büyükmüş. İki tane kapısı ve dört tane de penceresi varmış.
Annesi ve babası çadırı kurarken Zafer de etrafı keşfe çıkmak için bir sebep arıyormuş. Sonra tam çadırın arkasındaki ağaçta bir sincap görmüş ve onu takip etmek için annesinden izin istemiş. Annesi “Çok uzaklaşma!“ demiş. Zafer de “Tamam anne.“ diyerek ve sincabın peşine düşmüş. Sincap o kadar hızlıymış ki Zafer zar zor yetişmiş. Bir ara sincap gözden kaybolunca zafer etrafına bakınıp sincabı aramış ama bulamamış. Ormanı keşfetme arzusuyla etrafta dolaşırken karşısına bir şelale çıkmış. Susadığını fark etmesi çok uzun sürmemiş. Biraz soluklanıp tatlı sudan içtikten sonra şelalenin döküldüğü dik yamaca tırmanma fikri gelmiş aklına.
Yalnızca birkaç metre tırmandıktan sonra durup etrafına bakınmış. Şelalenin içinden bir rüzgar geliyormuş. Bunun ne olduğunu anlamaya çalışan Zafer, biraz düşündükten sonra kapıdan geçer gibi şelalenin içine dalmış ve bir mağaraya denk gelmiş. Üstü biraz ıslanmış ama burası görülmeye değer bir yermiş. “Merhaba!” dediğinde sesi yankılanmış ve eş zamanlı olarak üstüne bir yarasa sürüsü gelmiş. Ellerini havada oynatarak yarasaları etrafından kovmaya çalışmış. Belki biraz ilerlersem bu yarasalardan kurtulabilirim, diye düşünmüş. Daha üçüncü adımını bile atmamışken ayağını boşlukta hissetmiş.
Yuvarlandığı tünelin sonuna nasıl geldiğini bilmiyormuş. Sadece başını çarptığını, sonrasında her yerin karanlığa büründüğünü hatırlıyormuş. Ortalıkta ne sincap varmış ne de yarasalar. Az ötede yoğun bir ışık görünüyormuş. Sanki dev bir kuyu kazmışlar ve ortasına elektrik santralı kurmuşlar gibi pasparlakmış. Etrafı biraz aydınlanmış olan Zafer, korkak adımlarla orada neyin bu kadar ışık saçtığını görebilmek için kuyunun başına doğru yürümüş. Kuyudaki parlaklığın sebebini gören Zafer’in gözleri fal taşı gibi açılmış. Kendini tutamayarak “Elmaslar!” diye bağırmış.
Arkasından bir ses “Sen de kimsin?” demiş. Zafer arkasını dönmesine rağmen hiç kimse görememiş. Korku dolu gözlerle etrafına bakınıyormuş ama nafile, ortalıkta kimse yokmuş. Bir ara cevap vermeye yeltenmiş ağzını açtığında küçük dilini yutmuş gibi ses çıkaramamış. Derin bir nefes alıp vermiş, sonunda “Ben... Benim adım... Zafer. Kamp... Ailemle.” diyebilmiş. Sesini kontrol edemediği için göremediği yabancının karşısında mahcup hissetmiş kendini.
“Korkma Zafer. Ben buradaki elmasların sahibiyim. Sana zararım dokunmaz. Ben sadece elmaslara dokunurum. Onlarla konuşabilirim hatta. Şimdi, bana buraya nasıl geldiğini söyle, lütfen.”
“Kamp... Keşif... Şelaleye girdim. Yarasalar beni yedi. Ayağım kaydı. Sonrasını hatırlamıyorum.” Titrek sesinden anlaşılan birkaç kelimeden ibaretmiş Zaferin konuşması.
Yabancı, havada süzülerek kuyunun tam ortasında durmuş. “Ben Karanlık. Beni sadece elmasların üstünde görebilirsin. Ben küçükken görünmediğim için ailem beni istemedi. Ben de kendime göre bir yer inşa etmek için çok çabaladım. İnsanlara dokunmamaya çalışırım ama onlar beni evimden ayırmaya çalışırlarsa korkunç azabımla onlara korku salarım. Senden önce çok kişi geldi, hırsızlık için ama kekelediğin kelimelere bakılırsa sadece buradan geçiyorsun. Öyle mi?”
Korkusunu bastırmayı başarabilmiş olan Zafer hemen söze atılmış. “Evet, aynen öyle. Ben sadece ailemle kamp yapmaya geldim.”
Karanlık, yavaşça Zafer’in yanına süzülmüş. Elini Zafer’in omzuna koymuş ve “Buradan gitmek zorundasın. Burayı unutmak zorundasın. Beni tehlikeye atmamak için ailenin yanına dön. Burayı unut ve asla anılarının yanında bir yer edinmesin.” demiş. Zafer kendini uykunun kollarına bırakırken Karanlık’ın tek bir temennisi varmış. “Umarım elimde kalan son büyü tozlarım onu hayatı boyunca büyü altında tutar.”
Zafer, uyandığında öğlen güneşi gözlerini yakıyormuş. Doğrulmaya çalıştığında dizinde bir yara görmüş. Ailesinden çok uzağa gitmediği için hemen kamp alanına dönmüş. Annesi dizindeki yarayı görünce pansuman yapıp bir bezle sarmış.
Bu hikayeden on yıl sonra Kayseri bölgesinde büyük bir elmas yatağı bulunduğu efsanesi yayılmış. Birileri “Burada” diyor ama gidildiğinde orada bir şey bulunamıyormuş. Oraya giden ekipler elleri boş dönüyor, hazıfalarını kaybediyormuş. O mağaranın adını “Karanlık Elmas” koymuşlar. Oysaki Zafer her şeyi hatırlıyormuş ama her şey Karanlık için.