Her zamanki gibi sabah namazına kalkmıştım. Odamın camı açıktı ve içeriye sızan güneş ışıklarıyla huzurlu bir sabahtı. Namazımı kıldıktan sonra kahvaltı için yumurta kırmaya karar verdim. İlk önce bahçeye çıkıp odunları aldım. Hava o kadar soğuktu ki acaba üstüme neden daha kalın bir hırka almadım diye düşünüyordum. Köyümüz son zamanların en soğuk kışını yaşıyordu.

O anda tek istediğim sobayı yakıp ısınmak ve kahvaltımı etmekti.
Sobayı yakmak için odunları içine koydum ve kibriti almak için mutfağa girdim. Kibriti en son nereye koyduğumu düşünürken kulağıma tanıdık bir erkek sesi geldi. Bu köyün muhtarı Ahmet Bey’di. Kara bulanmış paçalarından ve yorulmuş hâlinden koşturduğu anlaşılıyordu. Yorulmasına rağmen gür bir sesle ‘’Düşman askerleri köyümüzün sınırına geldi! Düşman askerleri köyümüzün sınırına geldi!’’ diye bağırıyordu.
Duyduklarım karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım. Telaş içinde evin içinde oradan buraya koşuyordum. Bedenim sanki benden daha hızlı hareket ediyordu. Ne olduğunu anlamadan odama daldım. Dolabımın en köşesine sakladığım silahımı çıkardım. Üstüme elimde olan en kalın hırkayı giydim ve tüm hızımla köy meydanına gittim. Dediklerine göre bazıları meydanda kalacak bazıları ise köyün dört bir köşesine gidip sınırları koruyacaktı. Ben de öne atılarak köy sınırına gittim. O telaş ve korku arasında ancak sınıra giderken etrafımdaki kişilere baktım ve bir şey fark ettim. Savaşa katılanlar arasında on üç, on bir hatta dokuz yaşında bile çocuklar vardı. Yüzlerine baktım. Korkuyorlardı ancak hiçbiri savaş alanını terk etmiyordu ve dik bir duruşla herkese katılıyorlardı. Onlara bakınca benim de yürüyüşüm değişti. Artık dik ve kararlı adımlar atıyordum. İşte onlar verdi bana cesaretimi.
Telaş ve korku duygusu her geçen dakika azalıyordu. Geçen dakikalar, saatler, günler, aylar derken yıllar oldu. Şimdiye kadar azalan endişe, telaş ve korku bugün son buldu. Belki benim için çok da mutlu bir son değildi ama Türkiye ve Türk milleti için öyleydi. Ancak benim çok da mutlu olmayan sonum hayatım boyunca kendimle en çok gurur duyduğum gündü. Bedenim ne kadar uyuşmuş ve düşüncelerim ne kadar donuk olsa da havadaki soğukluk tüm anılarımı ve duygularımı canlandırmıştı. O güne döndüm yine. O soğuk kış sabahına… Yine o yüz ifadeleri geldi aklıma. Küçük ruhların kararlı ifadeleri ve dik duruşları… Ve bir kere daha dalgalandı o bayrak. Küçük ruhlar için yıllar sonra biten savaş için yapılan fedakarlıklar, verilen canlar, yarıda kalan aşklar, sadece bu dünyada sürecek olan vedalar ve belki de bu soğuk gecede onun kırmızı rengiyle kaplı olduğum bu yerde benim için dalgalandı. Rüzgâr estikçe esti. Bayrak da rüzgâra karşılık olarak tüm ihtişamıyla dalgalandı. Artık etrafımdaki sesleri duymamaya başladım. Her şey kararıyordu ancak ben gözümü ondan ayıramıyordum. ‘’Bir kez daha… Son bir kez daha dalgalan.’’ dedim. Ta ki her şey onun rengine bürünene kadar.

Back to top