Soğuk bir aralık gecesiydi. İstanbul’un üzeri beyaz bir örtüyü andıran ince bir kar tabakasıyla kaplıydı. Sokak lambalarının çoğu arızalıydı, çalışanlardan gelen ışık ise ıssız sokakları aydınlatmaya yetmiyordu. Dışarıdan bakan biri, adeta harabeye dönmüş bu kentin terkedilmiş olduğunu düşünebilirdi.
İki kişiydiler. Issız şehrin sokaklarında dolanan, buraya ait olmadıkları belli olan iki kişi. Karanlıktan dolayı yüzleri gözükmüyordu. Lakin silüetlerinden; birinin yapılı ve uzun boylu, diğerinin ise tam tersine cılız ve kısa boylu bir adam olduğu anlaşılıyordu.
Karda bata çıka ilerliyorlardı, attıkları her adımda üniformalarına asılı rozetler birbirlerine çarpıyor, tiz sesler çıkararak varlıklarını belli ediyordu. Yapıca iri olan adam, homurdanarak elini üniformasının göğüs kısmına uzattı. Rozetleri sertçe söküp cebine sıkıştırdı. Kıyafetinin ilk iki düğmesini açtı. “Üşümüyor musunuz efendim?” Cılız yapılı adam meraklı bir tavırla sordu. Kendisi iki kat kıyafet üstüne bir de mont ile zor dururken bu adam ne yapıyordu böyle? Diğeri homurdanarak yanıtladı. “Bu şehrin kasveti beni boğuyor.” Sesi, bağımlısı olduğu tütün ürününden kaynaklı hırıltılı ve gırtlaktan çıkıyordu. Sesinde insanın midesini bulandıran kin ve nefret duyuluyordu. Bir an önce buradan çekip gitmek istiyordu sanki. “İşgal ettiğiniz topraklarda yürümenin sizi memnun ettiğini sanıyorum, efendim.” Cılız adam mırıldandı, sesinde alaycı bir tını vardı. Diğerinin aksine genç ve acemiydi, verdiği cevaplardan anlaşılıyordu. “Çoğu zaman öyledir.” Gözlerini kapattı ve derin bir nefesle doldurdu işlevini yitirmek üzere olan ciğerlerini. Havayı üflediğinde buhar olarak atmosfere geri karıştı. “Fakat bana zevk veren toprak sahibi olmak değil. İktidar sahibi olmak. Türklerin bana boyun eğdiğini görmek. Gözlerindeki o yenilgiyi görmek istiyorum. Amacıma ulaşana kadar burada kuş uçmayacak, kanla ıslanmamış bir karış toprak kalmayacak.” “Türkler pek boyun eğen insanlar değiller, efendim. Hepsini tek tek öldürmeden istediğiniz zafere ulaşamazsınız. Onlar hayattayken bu mümkün değil.” “Ben bunu mümkün kılacağım.” Dişlerinin arasından tısladı. Bu onu daha korkunç göstermiş olmalıydı ki genç adam yutkundu, başını sallamakla yetindi. Başına bela almak istemiyordu. Fakat içindeki sesi susturamamıştı. “Varsın bütün Anadolu alevlere boğulsun, bu topraklarda bir tek kuş bile kanat çırpmasın. Unutulamayacak bir gerçek var ki bağımsızlığı bir yaşama gereği saymış bu millet için özgürlük ve bağımsızlık Türklerin karakteridir.