Teknoloji. Bu sözcüğü duyunca aklınıza ne geliyor? İyi bir şeymiş gibi, değil mi? Aslında bence ilk bakışta öyle değil çünkü çok öldürücü bir şey ancak sizi değil içinizdeki o "çocuk ruhunu" öldürüyor ve siz bunun farkına bile varmıyorsunuz. Genç yaşlı demeden herkes teknolojiyle mutlu olduğunu sanıyor ancak öyle değil.

Bir gün bir köy camisinin bahçesine iftar yapmak üzere tüm köy halkı gelmiş. Güzel yemeklerin aroması ve dua sesleri havayı doldurmuş. Herkes sofra hazırlıyor ve yemeklerini birbirleriyle paylaşıyormuş. Neyse biz hikâyeye dönelim. O gün Ali ve ailesi de camiye gelmiş. Ama bir türlü yer bulamıyorlarmış. Tam geri dönerken yaşlı bir adamla karşılaşmışlar.

Çanakkale’de nice kanlar döküldü,
Bitmeyecek gibi.
Nice yiğitler toprağa girdi,
Bu vatan için.

Binlerce asker düşmana karşı savaştı,
Alnının akıyla.
Düşünmediler bir an kaybetmeyi.
Koştular “Allah Allah” nidalarıyla.

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde günlerden bir gün bir kasabada küçük bir kız doğmuş. Kız gözlerini açtığında kızın her tarafında çiçekler ve sular varmış ama tam ortada da dev bir ağaç varmış. Bu kız sihirli bir kız olarak dünyaya gelmiş. Kızın suda nefes alabilme, çiçeklerle ve bitkilerle konuşabilme özelliği varmış ama kimse bunun farkında değilmiş.

Bir varmış bir yokmuş. Bir çocuk varmış. Bu çocuk evde sürekli oyun oynarmış. Hava güzel olsa bile dışarıya çıkmazmış.  Bir gün annesi eve bir kutu ile gelmiş. Çocuk umursamayıp oyuna devam etmiş. Annesi: “Hediyeni neden açmıyorsun?” demiş. Çocuk o zaman oyunu bırakıp kutuyu açmış. Kutunun içinden bir kedi çıkmış.

Sıradan bir günmüş, Merkür adlı bir gezegen Samanyolu’nu izliyormuş ve Satürn diye başka bir gezegeni görmüş. O çok güzelmiş, onun halkası varmış. Çok güzel dönüyormuş ve kocamanmış. Merkür onu kıskanıp Jüpiter’in yanına gitmiş, her şeyi ona anlatmış. Jüpiter ise Merkür’ü alaya alarak “Sen kim, Satürn kim? Onun çok güzel halkaları var senin yok!” demiş.

Her zamanki gibi bir gündü ya da öyle olacaktı. Nehir, bahçesinde oturuyor ve gökyüzünü inceliyordu. Ona gökyüzü çok değişik geliyordu: Güneş, yıldızlar, bulutlar… Gökyüzüne dalmış bakarken birden çocuğu gibi gördüğü köpeği Bulut havlayarak yanına geldi. Belli ki acıkmıştı. Nehir, yerinden kalkıp Bulut’a mamasını verdi ve tekrar bahçeye geçti.

Bir varmış, bir yokmuş. Yıllar yıllar önce Nasreddin Hoca’nın iki yol arkadaşı akıllarına takılan bir soruyu sormak için Nasreddin Hoca’nın evinin yolunu tutmuşlar. Nasreddin Hoca’nın evine vardıklarında Nasreddin Hoca kapıyı açmış, onları görünce telaşla:

Bir gün üç arkadaş ortaklaşa bir arazi almışlar fakat hepsi farklı bir şey yapmak istiyormuş. Başta en büyük olan bilim insanı, konuşmuş: “Bu alan çok büyük, bu alana büyük bir rasathane yapıp hem yıldızları inceleyeceğim hem de oradaki bitkilerden yaralanarak ilaçlar yapacağım.” demiş.

 Kıymetli Büyüğümüz İbni -Sina,
 Bugün yazarlık dersinde senin kulağını çınlatmak istedim. Yazarlık dersinde konumuz tarihte yaşamış ve kültürümüze etki etmiş birine mektup yazmaktı. Konuyu ilk duyduğumda aklıma sen geldin ve sana bu mektubu yazıyorum. Bence mektup yazılacak bu konuya en lâyık kişilerden birisin.

Back to top